22 Mart 2009 Pazar

GELDE ÇIK İŞİN İÇİNDEN


Odada bir müddet sessizlik oldu. Herkes edeble Efendi'nin söze başlamasını bekliyordu. O ise sanki benim bu ortama ısınmamı bekliyor gibiydi. Boynunu biraz sağ yanına ve önüne bükmüş murakabeye dalmış gibiydi.Bu minval üzere sessiz birkaç dakika geçti. Hazret yavaş yavaş başını kaldırarak mütebessim bir eda ile nafiz nazarlarını gözlerime dikti; "Mürşid-i kamiller Cenab-ı Peygamber'in ilminin ve ahlakının varisleri olurlar. Bu, idraki her an zinde tutulması gereken ağır ve mes'uliyetli bir yüktür. Onlara sığınan kimseler eğer onlardan Cenab-ı peygamber'in kokusunu alamazlarsa münkesir olurlar. Fakir,doğrusu Efendimiz'in Sünnet'ine uymaya çok gayret ederim. Mübareğin misafiri ayakta karşılaması ve kapıya kadar istikbal etmesi de O'nun Cenab-ı Hakk tarafından Ve inneke leala hulikin azim ( Andolsun ki Sen en yüce ahlak üzeresin ) diye övülmüş olan müstesna ahlakının bir tezahürüdür" dedi. (s:62-63)



arka kapaktan yansıyanlar

"Monsenyör tam kendisine takdim edilen yeni bir pembe şarabı tadıyordu ki ben bir cesaretle, ve damdan düşercesine, kendisine: "Monsenyör! Muhammed, sizce, kendisine Allah tarafından vahyolunan bir peygamber miydi, değil miydi ? diye sordum... Masadakilerde belirgin bir kıpırdama oldu... Monsenyör mütebessim, gözlerimin içine bakarak: "Il l'etait bien sur.Dieu Merci qu'll l'etait." yani "Tabii ki öyleydi. Allah'a hamd olsun ki öyleydi" dedi. Sonra iki eliyle Arşövek elbisesinin göğsünden tutup , bu resmi elbisenin kendisine nasıl bir hapishane olduğunu telmih edercesine, elbisesini salladı: "Mais que puis-je faire moi ? yani "Ama ben ne yapabilirim ki ?" diye ilave etti. O anda Monsenyörün vechinin aslında pek nurani olduğunu teşhis ve tesbit ettim. Kalktım; Kelime-i Şehadet'i bir başka türlü ama şek ve şüpheye mahal bırakmadan beyan ve ifade etmiş olan bu müslüman kardeşime bir " müslüman şevkati"yle sarıldım."

( Kubbealtı ; Ahmet Yüksel Özemre )



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder