29 Mart 2009 Pazar

KALEM KOKUSU


İnsan bugün var yarın yok, öyle değil mi ? Yaşamımız o kadar kısa ki bunun farkında bile değiliz. Bu kısa hayatı öyle ise uzatmanın yollarını aramak gerek. Bu herkesin anladığı şekilde olmamalı elbette. Necip Fazıl üstadın dediği gibi surda bir gedik açmalıyız ki rüzgar nereden eserse essin etkisi aynı olmalı. İşte böyle bir gayretle başladık yazdıklarımızı ve okuduklarımızı paylaşmaya.
Yazmak, özgürlüğün simgesi, ebediliğin kapısı, hatırlanmanın yolu... Kalem kokusunda bir söyleşi sevilenlerle... Bazen gözyaşı satırlarda bazen en büyük mutluluk sayfalarda... Bazen en kuytu köşelerden çıkan bir hatıra, bazen ulu orta dökülmüş sevda... İnsanlık adına gölgelere notlar düşmek bazen. Bazense susmak, sukut etmek ikrarla...
Yazmak... Yazmak...
Şimdi susmak gerek...
DOLUNAY YILMAZ

25 Mart 2009 Çarşamba

YAĞMUR


Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taşta ben olaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğime
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak


Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden

Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avcumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakışta ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü

Dolaşan ben olsaydım save'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcım, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savurdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tunelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürüsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre dalarım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrulur eğri, beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra 'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visaline bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikden bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efganımın
İçimde hicranlı tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bit dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taşda ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir direm gümüş de ben olsaydım

NURULLAH GENÇ

23 Mart 2009 Pazartesi

2008 UMRE RESİMLERİ

İkindi namazı öncesi kabe...

Bir cuma sabahı kabe...


Mescidi nebevi' de akşam namazı sonrası...


Okçular tepesi...



Uhud dağı...



Nur dağı , Hira mağarası ...




Minada çadırlar...



Sevr dağı...




Merve tepesinden Sefa tepesine say...




Efendimizin evi ( yerine yapılan kütüphane )...



Hz hatice ve evlatlarının kabirleri , yeşil kapı arkası...




Cennetü mualla ....



Kabeden bir gece görüntüsü ...

22 Mart 2009 Pazar

GELDE ÇIK İŞİN İÇİNDEN


Odada bir müddet sessizlik oldu. Herkes edeble Efendi'nin söze başlamasını bekliyordu. O ise sanki benim bu ortama ısınmamı bekliyor gibiydi. Boynunu biraz sağ yanına ve önüne bükmüş murakabeye dalmış gibiydi.Bu minval üzere sessiz birkaç dakika geçti. Hazret yavaş yavaş başını kaldırarak mütebessim bir eda ile nafiz nazarlarını gözlerime dikti; "Mürşid-i kamiller Cenab-ı Peygamber'in ilminin ve ahlakının varisleri olurlar. Bu, idraki her an zinde tutulması gereken ağır ve mes'uliyetli bir yüktür. Onlara sığınan kimseler eğer onlardan Cenab-ı peygamber'in kokusunu alamazlarsa münkesir olurlar. Fakir,doğrusu Efendimiz'in Sünnet'ine uymaya çok gayret ederim. Mübareğin misafiri ayakta karşılaması ve kapıya kadar istikbal etmesi de O'nun Cenab-ı Hakk tarafından Ve inneke leala hulikin azim ( Andolsun ki Sen en yüce ahlak üzeresin ) diye övülmüş olan müstesna ahlakının bir tezahürüdür" dedi. (s:62-63)



arka kapaktan yansıyanlar

"Monsenyör tam kendisine takdim edilen yeni bir pembe şarabı tadıyordu ki ben bir cesaretle, ve damdan düşercesine, kendisine: "Monsenyör! Muhammed, sizce, kendisine Allah tarafından vahyolunan bir peygamber miydi, değil miydi ? diye sordum... Masadakilerde belirgin bir kıpırdama oldu... Monsenyör mütebessim, gözlerimin içine bakarak: "Il l'etait bien sur.Dieu Merci qu'll l'etait." yani "Tabii ki öyleydi. Allah'a hamd olsun ki öyleydi" dedi. Sonra iki eliyle Arşövek elbisesinin göğsünden tutup , bu resmi elbisenin kendisine nasıl bir hapishane olduğunu telmih edercesine, elbisesini salladı: "Mais que puis-je faire moi ? yani "Ama ben ne yapabilirim ki ?" diye ilave etti. O anda Monsenyörün vechinin aslında pek nurani olduğunu teşhis ve tesbit ettim. Kalktım; Kelime-i Şehadet'i bir başka türlü ama şek ve şüpheye mahal bırakmadan beyan ve ifade etmiş olan bu müslüman kardeşime bir " müslüman şevkati"yle sarıldım."

( Kubbealtı ; Ahmet Yüksel Özemre )



19 Mart 2009 Perşembe

YENİDEN DOĞUŞ

Gecenin koyu karanlık sessiz zamanlarından kalma bir gençlik tutkusuydu yazmak. Nevar ki uzun yıllar sünger çekti bu sevdanın üstüne. Neydi? Beni bu kadar yalnız ve kalemsiz bırakan. Doğrusu kalabalık demek gerek. Neden mi? Her döndüğün köşe başında, seni karşılayan kalabalıklar yalnız bırakmaz ki yazasın. Yalnız kaldığında da artık geç, yorgunsundur. Yastığın yumuşaklığına gömülmek istersin.
Artık uyanmak ve kalemi almak gerek. Geçmişi bırakıp geleceğe bakmak gerek. Kalemin mürekkebini bitirip yenineden doldurmak gerek. Ve en güzeli uzun zamanların birikimiyle bulut olup yeniden yağmak gerek........

DOLUNAY YILMAZ

13 Mart 2009 Cuma

KIL BENİ EY NAMAZ




Sahte kurtuluşlarla kandırılıp ucuza yağmalanmaktan korudu bedenini namaz.Sığ tesellilerin avuntusundan çekip aldı kalbini. Ödünç teveccühlerin, kısır beğenilerin, iki yüzlü rağbetlerin çekim alanında yağmalanmaktan kurtardı yüzünü. Kimseler yüzünü bilmezken yüzüne bakıp sana etten kemikten yüz giydiren Rabbinin "vech"inde durulttu şöhret olma heveslerini. Kimseler incecik dertlerini, gizli saklı fısıltılarını işitmezken, işitse de ciddiye almazken, dudaklarında utanarak kıpırdayan, nefeslerine acemice tutunan, tereddütlerinin yumağına sarılıp duran özlemlerini Rabbinin rıza göğüne uçurdu namaz. (s: 79)

Kıl beni ey namaz
Çöllerden topla hücrelerimi
Rahmetinin serinliğinde yıka kalbimi

Kıl beni ey namaz
Dağlar küçülsün, denizler taşsın, dağılsın kalabalıklar.
Rüku rüku doğrult eğriliklerimi.

Kıl beni ey namaz.
İnsan kıl beni.
Doğru kıl.

Kıl beni ey namaz
İkiye bölünsün kalbim kıblenin şakağında.
Sevgilinin işaret parmağı değsin göğsüme.

Kıl beni ey namaz
Topla sevdalarımı kırık aynaların çatlaklarından.
Ömrüme ilikle sevinçlerimi, firuze düşler düşür alnımın şafağına.

Kıl beni ey namaz
Tenim ibrahim gibi ateşe düşmüşken
Gül kokulu serinlikler değdir yüreğime

Kıl beni ey namaz
Günahın, isyanın, nisyanın kuytusunda büyüttüğüm pişmanlıklarımın yüzünü kaldır yerden.
Al karanlıklarımı, al karalıklarımı gözbebeklerinde yıka.

Kıl beni ey namaz.
İnsan kıl beni.
Doğru kıl.
Duru kıl.
Diri kıl beni.
İnsan kıl bu bedeni.


( timaş yayınları SENAİ DEMİRCİ)